Büyükanne öldüğünde hepimizi şaşırtacak. Kimseye hiçbir şey bırakmamıştı — bana bile. Ama sonrasında bulduğum şey, aslında başından beri bir planı olduğunu gösterdi…”
Babaannem öldüğünde yaşadığım acı tarif edilemezdi. Son yıllarını hep yanında geçirmiş, ona destek olmuştum. Ancak vasiyeti okunduğunda bana hiçbir şey bırakmadığını öğrenmek beni derinden yaraladı.
Evde ise tam bir kaos vardı. Akrabalar, mücevherler, mobilyalar, ne bulurlarsa almak için adeta birbirine giriyordu. Ortam bir curcunaydı ve boğulduğumu hissettim.
Biraz nefes almak için verandaya çıktım. Orada, babaannemin yaşlı köpeği Berta’yı her zamanki gibi sakin bir şekilde sallanan sandalyede otururken buldum. Ona bakınca içim burkuldu. Hâlâ sadık, hâlâ bekler gibiydi… hâlâ yalnız.
Babaannemin bana bir şey bırakmamış olması acı vermişti ama en azından Berta’yı eve götürebilirdim.
O akşam, Berta’nın eski tasmasını düzeltirken gözüm parlak bir şeye takıldı. Tasmayı çevirdim ve o anda babaannemin aslında düşündüğümüzden çok daha zeki olduğunu anladım…
Ne bulduğumu merak ediyor musun? Devamını okumak için diğer sayfaya gecebilriisniz..
Büyükannem vefat ettiğinde, akrabalarım mirastan kimin pay alacağını öğrenme telaşıyla eve akın etti. Ancak ben, yaşlı köpeği ve sadık dostu Cesur (Berta) için daha çok endişeleniyordum. Başka kimsenin umurunda değildi — hatta bazıları onu terk etmeyi bile önerdi. Büyükannemin “Cesur ailedir” sözünü hatırlayarak, hayatımı değiştirecek bir sır taşıdığının farkında olmadan, onu eve götürmeye karar verdim.
Hastanede uzun bir nöbeti bitirdikten sonraki akşam, haftalar geçerken Cesur‘a bakma rutinine alışmıştım ki, garip bir şey fark ettim: Cesur‘un tasmasında, üzerine bir adres ve bir dolap numarası kazınmış küçük bir metal etiket. Etiketin içinde gizli bir anahtar vardı. Merakıma yenik düştüm ve izi sürerek yakındaki bir tren istasyonuna gittim.
Orada, 42B numaralı dolabın içinde, üzerinde “Merve için” yazan bir klasör buldum. Kalbim küt küt atarken klasörü açtım. İçinde Büyükannemden el yazısıyla yazılmış bir mektup — ve resmi vasiyeti vardı. Vasiyette, tüm mal varlığının, Cesur‘a sırf sevgi uğruna, açgözlülükten uzak bir şekilde bakan kişiye kalacağını yazıyordu. Büyükannemin gözünde, o kişi en çok değer verdiği şefkati ve dürüstlüğü göstermişti.
Okurken gözlerim yaşlarla doldu. Büyükannem bana güvenmişti — sadece köpeğiyle değil, tüm mirasıyla.
Birdenbire arkamdan ayak sesleri yankılandı. Akrabalarım gergin ve beklenti dolu yüzlerle ortaya çıktılar. Mirası sakladığıma ikna olmuşlardı ve beni takip etmişlerdi. Sesler öfkeyle yükselmeye başladı — ta ki Büyükannemin avukatı Bay Yılmaz (Mr. Johnson) gelene kadar.
Bay Yılmaz sakince dosyayı açtı ve vasiyetin gerçekliğini onayladı.
“Bayan Tekin açıkça belirtti,” dedi. “Miras, Cesur‘u bu vasiyetten haberdar olmadan, gönüllü olarak yanına alan kişiye aittir.”
Oda buz kesti. Akrabalarımın yüz ifadeleri şaşkınlıktan acı bir kabullenişe dönüştü. Teker teker, tek kelime etmeden ayrıldılar.
Cesur‘un yanına diz çöktüm, gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken onun tüylerini okşadım. Büyükannemin son dersi parayla ilgili değildi — sevgi, sadakat ve kimse izlemiyorken bile doğru olanı yapmakla ilgiliydi.
Onun hayırduasıyla, mirasın bir kısmını çalıştığım hastaneye destek olmak ve ihtiyacı olan ailelere yardım etmek için kullanmaya karar verdim — tıpkı Büyükannemin bir zamanlar benim yolumu bulmama yardım ettiği gibi.
O gece, Cesur ayaklarımın dibine kıvrılırken, Büyükannemin en büyük hediyesinin aslında serveti olmadığını fark ettim.
O, nezakete, sadakate ve bana olan inancıydı.