İstanbul’un ıslak kaldırımlarında Kemal Yılmaz’ın adımları ağır ve yorgundu. Bebekten Beşiktaş’a doğru yürürken sağanak yağmur yüzüne acımasızca çarpıyordu. Ama o, bu soğuk ve ıslak havayı hissetmiyordu bile. Hissettiği tek şey, 23 yıldır içinde taşıdığı derin boşluktu. Aylin’i kaybettiği o korkunç araba kazasından bu yana hayatı durmuş gibiydi. Zengin bir iş adamı olarak sahip olduğu her şey—boğaz manzaralı yalısı, lüks arabaları, hesabındaki milyonlar—hiçbiri kaybettiği eşinin yerini dolduramıyordu. “Ne fark eder ki?” diye mırıldandı. Gözlerini kaldırıp bulutlarla kaplı İstanbul gökyüzüne bakarken şemsiyesini açmayı bile düşünmemişti. Belki de yağmurun acısını bir an olsun unutturmasını umuyordu.
Karanlık bir sokak köşesinde Kemal’in dikkatini bir şey çekti. Genç bir kadın, kollarında minik bir bebekle duvar dibine sığınmış, yağmurdan korunmaya çalışıyordu. Sırılsıklam olmuştu ikisi de. Kadının siyah saçları yüzüne yapışmış, bebeği korumak için kendi üşüyen bedenini siper etmişti. Bu görüntü, Kemal’in kalbini derinden yaraladı. Aylin hep anne olmak istemişti. Çocuk sahibi olmayı o kadar çok hayal etmişlerdi ki, ama kader izin vermemişti. Hiç düşünmeden cebinden 1000 lira çıkardı ve kadına doğru ilerledi. “Hanımefendi,” dedi yumuşak bir sesle. Kadının ürkerek başını kaldırmasına neden olarak, “Bunu alın. Kendinize sıcak bir çorba, bebeğinize süt alın. Bir otelde kalın bu gece,” dedi. Kadın gözleri yaşlarla dolu başını kaldırıp baktı. İri koyu kahverengi gözleri sokak lambasının soluk ışığında parlıyordu. “Allah razı olsun beyefendi. Allah yolunuzu açık etsin.”
O bakış, o gözler, Kemal’in bir an nefesinin kesildiğini hissetmesine neden oldu. Bir tanıdıklık vardı o gözlerde. Açıklayamadığı bir şey, tıpkı Aylin’in gözleri gibiydi. Kemal uzaklaşırken kadının ve bebeğin görüntüsü zihnine kazındı. Şişli’deki evine döndüğünde ıslak giysilerini değiştirdi. Ama o genç kadının gözlerindeki ifadeyi unutamıyordu. Uykuya daldığında yıllar sonra ilk kez Aylin’i gördü rüyasında. Eşi, kollarında bir bebekle gülümsüyordu ona. Kemal yaklaşmaya çalıştı ama her adımda Aylin biraz daha uzaklaşıyordu. Uzattı ellerini, seslendi: “Aylin, gitme. Lütfen beni yine bırakma.” Ter içinde uyandı. Saate baktı. Sabahın üçü. Kalbi hala hızlı hızlı atıyordu. Pencereye yürüdü. Hala yağan yağmurun altında, o genç kadın ve bebeği şimdi neredeydi? Neden bu kadar etkilenmişti ondan? Ve neden bunca yıl sonra Aylin rüyalarına geri dönmüştü?
Bilmediği şey, hayatının o gece, o yağmurlu İstanbul sokağında sonsuza dek değişeceğiydi. “Aylin,” diye fısıldadı karanlığa. “Bana bir şey mi söylemeye çalışıyorsun?”
Perşembe sabahı Kemal, her zamanki gibi Üsküdar’daki mezarlığa gidiyordu. 23 yıldır aksatmadan sürdürdüğü bu ritüeli, İstanbul’un en fırtınalı günlerinde bile bozmamıştı. Arabasını mezarlık kapısının önüne park etti ve beyaz zambakları eline aldı. Aylin bunları çok severdi. Ölümden sonra bile kokularını duyabilirsin derdi hep. Gökyüzü önceki gecenin yağmurundan sonra hala kurşuni bir örtüyle kaplıydı. Nemli havayı ciğerlerine çekti Kemal. Mezar taşları arasından ilerlerken uzakta Aylin’in mezarı göründü. Ancak bu sefer farklı bir şey vardı. Mezarın başında diz çökmüş bir kadın, kollarında bebekle sessizce ağlıyordu. Kemal adımlarını hızlandırdı. Tanıdık bir siluetti bu. Önceki gece yardım ettiği kadın, Aylin’in mezarı başında ne işi vardı?
“Siz…” Kemal’in sesi titredi. “Burada ne arıyorsunuz?”
Genç kadın başını kaldırdığında yüzündeki şok ifadesi gözlerden kaçmadı. Geceki yardımsever adam… Solgun teni daha da beyazladı.g'rsele ilerlyn devamı digr sayfda...
Tenleri Nedeniyle Onu ve Dört Çocuğunu Terk Etti — Otuz Yıl Sonra
Şekersiz çay
Yeni Damatın Zor Anları Komik Fıkra