Oğlumun kafasında ve ensesinde böcek yumurtalarına benzeyen düzinelerce küçük kırmızı kabarcık buldum. İlk anda donakaldım. Yıllardır annesi olduğum çocuğumun böyle bir şeyle karşılaşacağını asla düşünmezdim.
Ali on yaşında, sakin, içine kapanık bir çocuktu. Okuldan eve geldiğinde çoğu zaman odasına çekilir, çizim yapar, kendi dünyasında kaybolurdu. Her akşam bana sarılıp “Günün nasıldı anne?” diye soran o tatlı çocuktan şüphe duymazdım.
Bir süredir başının arkasını kaşıdığını fark ediyordum. Normalde kepek der geçerdim… ama o sabah odasında yastığını düzeltirken bir şey gördüm
Yastığın üzerinde pullar değil… küçük ve tuhaf böcekler vardı.
Minicik, siyahımsı, garip şekilli… Sanki saçlarından dökülmüşler gibi yastığın üstünde kıpırdaşarak kaçışıyorlardı.
O an endişeden deliye döndüm
Ali uyurken saçlarını dokundum saçlarını aralarken elime birşerler dokundu
Başının arkasında, ensesine doğru sırayla dizilmiş kırmızı yaralar…
Ama bu kez fark ettiğim şey çok daha korkunçtu:
Yaraların içinde bir şey varmış gibi hafif hafif kıpırdıyorlardı.
Derisi, sanki altından biri itiyormuşçasına çok hafif kabarıp iniyordu.
Sanki yaraların içinde… yaşayan bir şey vardı.
“Ali!” diye fısıldadım titreyerek. “Oğlum… bu ne?”
Gözlerini açtı, uykulu bir sesle, masumca:
“Kaşınıyor anne… o kadar.”
Hayır. Bu ‘o kadar’ değildi. Olmazdı.
Dakikalar sonra hastanedeydik. Ali’nin saçlarını nazikçe kaldırdım, doktor yaklaşırken nefesimi tuttum. Doktor bir an baktı… saniyeler içinde yüzü bembeyaz kesildi.
Gözbebekleri büyüdü. Elindeki eldiven hafifçe titredi.
Sonra hemşiresine dönüp sert ama kontrolsüz bir sesle bağırdı:
“Polisi arayın. Hemen!” Devvamını okumak için diğer sayfaya gecebilriisniz..
Doktorun yüzü bembeyaz kesildiğinde kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. Ama beklediğim kaos çıkmadı. Doktor derin bir nefes aldı, kendini topladı ve hemşireye dönüp daha sakin bir tonla konuştu:
“Polisi arayın,” dedi.
“Bu durum sağlıkla ilgili değil… Şikâyet niteliğinde olabilir.”
Ne demek istediğini anlayamamıştım. O an tek bildiğim Ali’nin başının arkasındaki yaraların hafifçe kıpırdadığı hissiydi. Ancak doktor, daha dikkatli bir incelemenin ardından yaraların içini özel bir ışıkla kontrol etti.
“Endişelenmeyin,” dedi.
“Kıpırdar gibi görünen şey, cildin altında hafif bir kas tepkisi. Bazen alerjik reaksiyonlarda olur. Bir şeyin hareket ettiği anlamına gelmez.”
Omuzlarım biraz olsun rahatladı ama hâlâ kafam karışıktı.
Peki ya yastığın üzerindeki tuhaf böcekler?
Doktor onlar için hemşireye işaret etti. Hemşire küçük bir kutuda topladığı örnekleri doktora uzattı. Doktor kutuyu inceleyip bana döndü:
“Bunlar zararsız. Büyük ihtimalle okul bahçesinden, bitkilerden ya da açık havada oynarken saçına takılan çok küçük dış mekân böcekleri. Endişe verici bir tür değil.”
Peki o zaman polis neden çağrılmıştı?
Bu kez doktor ciddi ama sakin bir ifadeyle açıkladı:
“Böyle durumlarda — özellikle de çocukların üzerinde böcek ısırığına benzeyen belirtiler varsa — güvenlik protokolü gereği aile dışı bir temas olup olmadığını teyit ederiz. Bazen çocuklar oyun oynarken arkadaşlarıyla şakalaşır, bir şeylere dokunur, farkında olmadan cilt reaksiyonuna neden olur. Polis sadece standart bir prosedür uygulayacak. Endişe edilecek bir durum görünmüyor.”
Yani mesele tıbbi değil, rutin bir bildirimdi. İçimde kocaman bir rahatlama hissettim.
Ali’nin yaraları temizlendi, özel bir krem verildi ve birkaç gün içinde tamamen düzelmeye başlayacağı söylendi. Oğlumun yüzünde yavaş yavaş rahatlamış bir tebessüm belirdi.
Hastaneden çıkarken elini tuttum.
“Bir daha başın kaşınırsa hemen bana söyle,” dedim.
Güldü. “Tamam anne.”
Eve dönerken o an fark ettim:
Korku bazen gerçeğin kendisinden değil, bilinmezliğindendir.
Ve o gün öğrendiğim en önemli şey şuydu:
Bazen küçük bir belirti, büyük bir paniğe dönüşse de, doğru bilgiyle her şey yerli yerine oturur.