Tek başıma girdiğim ilk ameliyat,

Cerrahlık, sadece hastaları iyileştirmek değil, aynı zamanda hayaletlerle yaşamayı öğrenmektir. Dr. Selim için o hayaletlerin en canlısı, meslek hayatının henüz başında, yirmi yıl önce ellerinde titreyen o beş yaşındaki çocuktu. Şimdi 53 yaşında, saçlarına kırlar düşmüş, binlerce hayat kurtarmış kıdemli bir cerrah olmasına rağmen, o geceyi dün gibi hatırlıyordu.

Yirmi Yıl Önceki O Gece
Yağmurlu, kasvetli bir Ankara gecesiydi. Şehir hastanesinin acil servisi her zamanki gibi kaotikti ama siren sesleri bu kez her zamankinden daha tiz, daha panik doluydu. "Zincirleme kaza! Çok sayıda yaralı geliyor!" anonsu koridorlarda yankılanırken Selim, üzerindeki önlüğü düzeltti. Henüz uzmanlığını yeni almıştı ve o gece nöbetçi tek kıdemli cerrah oydu.

Ambulansın kapıları açıldığında sedyede yatan o küçücük bedeni gördü. Beş yaşındaki Mert. Yüzü kan içindeydi, sol kaşından başlayıp yanağına kadar uzanan korkunç bir kesik vardı. Kalp monitörü düz bir çizgiye yaklaşmak üzereydi. "Lütfen," diye mırıldandı Selim, maskesini takarken. "Lütfen benim nöbetimde, ellerimin arasında sönüp gitme çocuk."

O gece ameliyathanede zaman durmuştu. Selim, çocuğun parçalanmış iç organlarını onarmak için saatlerce ter döktü. En son, çocuğun yüzündeki o derin yarayı dikerken elleri titriyordu. Estetik bir kaygıdan ziyade, o yarayı bir yaşam nişanı gibi dikmişti. Ameliyattan çıktığında güneş doğuyordu. Mert’in ailesine, "Durumu stabil, yaşayacak," dediğinde hissettiği o hafiflik, kariyerinin en saf mutluluğu olarak kalacaktı. Çocuk iyileşti, taburcu oldu ve bir daha Selim onu hiç görmedi.

Yirmi Yıl Sonra: Hastane Bahçesindeki Sarsıntı
Yirmi yıl... Binlerce ameliyat, binlerce dikiş. Selim, 24 saatlik yorucu bir nöbetin ardından hastanenin ağır döner kapılarından dışarı adımını attı. Ciğerlerine dolan soğuk sabah havası bile zihnindeki yorgunluğu silmeye yetmiyordu. Tam arabasına doğru yönelecekti ki, bir fren sesiyle irkildi.

Hastanenin acil girişine siyah, tozlu bir araç neredeyse yanlayarak girdi. Şoför kapısı hızla açıldı. Dörtlüler yanıp sönüyor, motor hala çalışıyordu. Araçtan fırlayan genç adamın yüzündeki ifade, Selim’in yirmi yıl boyunca binlerce kez gördüğü o saf çaresizliğin ta kendisiydi.

Genç adam Selim’i gördüğü an duraksadı. Göz göze geldiler. Selim, adamın yüzüne baktığında zamanın bir anlığına kırıldığını hissetti. Adamın sol kaşından yanağına doğru inen o beyaz, ince yara izi... Selim o izi tanıyordu. O dikişleri o atmıştı. O kıvrımı, o düğüm noktasını kendi elleriyle mühürlemişti. "Mert?" diye fısıldadı Selim, sesi rüzgarda kaybolsa da.

Genç adamın gözleri doldu ama konuşacak vakti yoktu. "Doktor... Lütfen..." diyebildi sadece. Kollarını arabanın arka koltuğuna uzattı ve oradan bir şeyi, birini kucağına aldı.
Reklamlar