Köyün ağası, oğlu Mehmet’i evlendirir. Düğün olur, dernek olur, ilk gün… Ağa yeni gelini yanına çağırır. — “Hele gelin hele… bi konuşak bakalım.” Gelin Gülizar başını eğmiş, edepli edepli yaklaşır: — “Buyrun kayınbabacığım.” Ağa sorar: — “Yemek yapmayı bilir misin kızım?” — “Bilirim kayınbabacığım.” — “Ekin biçmeyi?” — “Onu da bilirim.” Ağa kaşlarını kaldırır, gülümser: — “İyi… pekiii… inek sağmayı bilir misin?” Gelin utana sıkıla: — “Yok kayınbabacığım… onu hiç öğrenmedim.” Ağanın gözleri parlar. — “Hee… o zaman onu ben sana öğretirim!” Sonra kısık sesle der ki: — “Şimdi gözlerini kapa… elini uzat…”Go'rsele ilerlyn devamını okumak için diğer sayfaya geçiniz…
Gelin Gülizar, ağanın sözünü dinler, gözlerini kapatır, elini uzatır. Ağa, kıkırdayarak bir şey tutuşturur eline. Gülizar merakla parmaklarını yoklar, ama ne tuttuğunu anlayamaz. Yumuşak mı sert mi, sıcak mı soğuk mu, bir tuhaf! — “Kayınbabacığım, bu ne?” diye sorar, gözleri hâlâ kapalı. Ağa, sesini iyice kalınlaştırıp, sırıtarak: — “Bu, ineğin memesi kızım! Sağmaya başla, bakalım marifetin!” Gülizar, işi ciddiye alır, başlar sıkmaya. Ama bir gariplik var; ne süt geliyor ne de başka bir şey! Ağa kahkahayı patlatır: — “Yahu kızım, bu ineğin memesi değil, benim eski çorabım! İnek sağmayı bilmem dedin, bari çorap sıkmayı öğren!” Gülizar gözlerini açar, elinde buruşuk, mis kokulu (!) bir çorap. Yüzü kıpkırmızı, ama o da kendini tutamaz, gülmeye başlar. Ağa, göz kırpar: — “Hadi bakalım, yarın sahiden inek sağıcaz, ama önce çorapları yıka, alıştırma oldu bu!”