Tek başıma girdiğim ilk ameliyat,

Selim, adamın kucağındaki bedeni gördüğünde kalbinin bir anlığına durduğunu sandı. Mert'in kucağında, kanlar içinde küçük bir kız çocuğu vardı. Beş yaşlarında... Tıpkı Mert’in yirmi yıl önceki hali gibi. Küçük kızın yüzünde, tam da babasının yara izinin olduğu yerde, taze ve derin bir kesik açılmıştı.

"Lütfen onu kurtar," diye hıçkırdı Mert. "Senden başka kimseye güvenemem. Hatırlıyorum... Annem hep senin resmini gösterirdi, 'Seni o adam hayata bağladı' derdi. Kapıda seni görünce... Allah'ım, bu bir işaret olmalı!"

Selim yorgunluğunu, uykusuzluğunu, titreyen dizlerini unuttu. Adrenalin damarlarına bir zehir gibi değil, bir yakıt gibi boşaldı. "Hemen sedye getirin!" diye bağırdı sesi hastane duvarlarında yankılanarak. Küçük kızı Mert’in kollarından kaptığı gibi acile doğru koşmaya başladı.

Ameliyathanedeki Tekerrür
Ameliyathane ışıkları yandığında Selim, yirmi yıl önceki o genç cerrahla aynı masanın başındaydı. Ama bu sefer durum daha kritikti. Küçük kızın nabzı zayıftı, iç kanaması ağırdı. Hemşireler "Hocam çok yorgunsunuz, Dr. Burak’ı çağıralım," dediler ama Selim elini kaldırdı. "Hayır," dedi kararlı bir sesle. "Bu emanet yirmi yıl önceden bana gönderildi. Ben bitireceğim."

Ameliyatın üçüncü saatinde tansiyon hızla düşmeye başladı. Monitörden gelen "biip... biip..." sesleri seyreliyordu. Selim’in alnından terler süzülüyordu. "Klempi verin! Daha fazla kan takviyesi yapın!" diye gürledi. Bir anlığına gözlerini kapattı. Yirmi yıl önceki o geceyi, Mert’in o minik bedenini düşündü. O gün başarmıştı, bugün de başarmalıydı. Bu sadece bir ameliyat değil, kadere karşı verilmiş bir sözdü.

Neşteri her hareket ettirişinde, her dikişi atışında sanki zaman geriye akıyordu. Küçük kızın yüzündeki yarayı temizlerken, babasının yüzündeki o izle birebir aynı şekilde birleşeceğini fark etti. Bu bir tesadüf olamazdı; bu hayatın tuhaf, sert ve aynı zamanda mucizevi bir döngüsüydü.

Son Perde: Şafak Sökerken
Saatler sonra ameliyathanenin kapıları açıldı. Selim, maskesini boynuna indirdi. Koridorda, duvara yaslanmış, başı ellerinin arasında hıçkıran Mert’i gördü. Mert, kapı sesini duyunca başını kaldırdı. Yüzündeki o yara izi, koridorun soğuk ışığında bembeyaz parlıyordu.

Selim, yirmi yıl önce Mert'in babasına söylediği o aynı kelimeleri, bu kez Mert’in gözlerinin içine bakarak söyledi:

"Durumu stabil... Kızın yaşayacak, Mert."

Mert olduğu yere yığıldı, ağlayarak Selim’in ellerine sarıldı. Selim ise sadece uzaklara, hastanenin camından süzülen sabah güneşine bakıyordu. Yirmi yıl önce bir hayatı kurtarmıştı ve o hayat, yirmi yıl sonra başka bir hayatı kurtarması için ona geri dönmüştü.

Ertesi gün Selim, emeklilik dilekçesini çekmecesinden çıkardı ve yırttı. Çünkü o sabah anlamıştı ki; bir cerrahın eli titreyene kadar değil, kalbi yetene kadar bu döngü devam edecekti.
Reklamlar