35 haftalık hamileyken

Sanki hiçbir şey olmamış gibi odadan çıktı ve salonda arkadaşlarının kahkahalarına karıştı. O gece sessizce ağladım. Murat nihayet içeri girdiğinde ona son kez sordum: "Bana güvenmiyorsan neden buradasın?" Omuz silkti: "Ben sadece gerçeği bilmek istiyorum."

İçimde bir şeylerin koptuğunu hissettim. "Eğer bu bebeğin senin olmadığını düşünecek kadar benden uzaksan, o zaman hiç beraber olmamalıyız. Yarın boşanma davası açıyorum," dedim. Bir özür, bir pişmanlık bekledim ama o sadece "Ne istersen onu yap, artık fark etmez," diye mırıldanıp arkasını döndü.

Sabah olduğunda kararım kesindi. O işe gittikten sonra titreyen ellerimle ablam Selin’i aradım. "Artık dayanamıyorum, onu terk ediyorum," diye hıçkırdım. Ablamın sesi kaya gibi sağlamdı: "Hemen eşyalarını topla, bize geliyorsun."

Hastane çantamı, ultrason resimlerini ve birkaç kıyafetimi aldım. Mutfak masasına alyansımı bıraktım. Yanına da kısa bir not iliştirdim: "Murat, umarım bir gün neyi kaybettiğini anlarsın. Boşanma davası açıyorum. Bebek dışında sakın beni arama. — Hande."

Üç hafta ablamda kaldım. Çok ağladım, kabuslar gördüm ama ablamın ve yeğenlerimin desteğiyle ayakta durdum. Ve o yağmurlu salı sabahı, sancılarla hastaneye gittik. Saatler süren bir mücadelenin ardından kucağıma minicik, mucizevi bir bebek bıraktılar. Adını, annemin bahçesindeki en sevdiği çiçek olan Zambak koydum. Gözleri masmaviydi; tıpkı Murat’ınkiler gibi... Ama artık bunun bir önemi yoktu.

Doğumdan üç gün sonra hastane odamda Nil’i (Zambak'ı) emzirirken kapı çalındı. Gelen Murat’tı. Dağınık saçları, çökmüş gözleriyle karşımda duruyordu. "İçeri girebilir miyim?" diye fısıldadı. Gözleri bebeğe kilitlenmişti. İçimde ne öfke kalmıştı ne de sevgi; sadece derin bir boşluk...
Reklamlar